FAİKA'NIN LİSTESİ(*)
Emekli Veteriner Erman Yamaner, her sabah olduğu gibi 18 Nisan sabahı da, saat tam sıfır-altı-sıfır-sıfırda açtı Yolpalas Apartmanı’nın kapısını. Her sabah olduğu gibi bir litrelik süt ve büyük bir plastik kap dolusu kedi maması ile… On sekiz yıldır tek bir gün bile ihmal etmemişti mahallenin kedilerini. Yıllar geçtikçe cinsleri, renkleri ve sayıları değişiklik gösteren kediler, her birine yetecek kadar yiyecek ve içecek olduğunun bilincindeydiler sanki. Bu rekabet yoksunluğu yüzünden tembelleşmişlerdi hatta zamanla. Ve aralarında anlaşmışçasına beraber hareket eder, apartmanın bahçesine her sabah aynı anda giriş yaparlardı.
~ . ~ . ~ . ~
~ . ~ . ~ . ~
Nisan 2009
Faika Tepegöz, hayatını bundan böyle dul bir kadın olarak yaşayacağını kabullenememenin verdiği rahatsızlıkla, iki haftadır olduğu gibi 17 Nisan gecesi de yine uyuyamamıştı. Uyumak bir yana, sadece yatmış olsa bile biraz dinlendirme olanağı bulurdu da vücudunu; yatağa yattıktan birkaç saniye sonra tekrardan ayağa dikilme ihtiyacı hissetmişti. Kırk beş buçuk metrekarelik kapıcı dairesinin bir köşesinden diğerine, aklında binlerce düşünceyle voltalar atmıştı sabaha kadar. “Hayır” deyip duruyordu artık gerçekten odanın içinde fısıltılar halinde duyulmaya başladığına yürekten inandığı iç sesi; “Hayır, bu bir cinayetti.” Ve ışıkları gözüken güneşin kendisi henüz tam olarak doğmamış, sabah ezanı henüz okunmamış ve Kadıköy Belediyesi’nin metalik homurtular çıkararak sokağın sessiz bekâretini her sabah aynı saatte bozan çöp kamyonu henüz geçmemişken vermişti kararını. Olayın sıradan bir beyin kanamasından ibaret olduğunu düşünen İstanbul Polisi ve apartman sakinlerine inat, bu cinayeti bizzat kendisi aydınlatacaktı.
~ . ~ . ~ . ~
Emekli Veteriner Erman Yamaner, her sabah olduğu gibi 18 Nisan sabahı da, saat tam sıfır-altı-sıfır-sıfırda açtı Yolpalas Apartmanı’nın kapısını. Her sabah olduğu gibi bir litrelik süt ve büyük bir plastik kap dolusu kedi maması ile… On sekiz yıldır tek bir gün bile ihmal etmemişti mahallenin kedilerini. Yıllar geçtikçe cinsleri, renkleri ve sayıları değişiklik gösteren kediler, her birine yetecek kadar yiyecek ve içecek olduğunun bilincindeydiler sanki. Bu rekabet yoksunluğu yüzünden tembelleşmişlerdi hatta zamanla. Ve aralarında anlaşmışçasına beraber hareket eder, apartmanın bahçesine her sabah aynı anda giriş yaparlardı.
Yaşlı adam farklı minör ve majör tonlardan miyavlamalar eşliğinde, yanında getirdiklerini apartmanın kenarına yerleştirmiş olduğu kaplara dökerken; günün sıradanlığını baltalayan bir değişikliğin farkına vardı. Apartman görevlisi Mustafa’nın on iki yıllık temizlik ve titizlik hastası karısı Faika, Yolpalas Apartmanı’nın tarihinde ilk kez, her gün sabahın köründe başladığı temizlik hazırlıklarını ihmal etmek pahasına apartmanın önündeki bankta oturuyordu. Emekli Veteriner Erman Yamaner, bankın altındaki bavulu fark etti:
- Ne o, sen de mi bırakıyorsun yoksa bizi?
İtici ve umursamaz bir tonda çıkmıştı sesi. Sanki “Sen de gitsen de, kurtulsak.” dermiş gibi. Söz konusu bavulun farkında bile olmadığı her halinden anlaşılan ve haftalardır uyuyamamanın gözlerinin altına yerleştirdiği torbalar korkunç gözükmekte olan kadın, sessiz kaldı bu sorunun karşısında. Erman Bey ise hayvan olmayanlarla iletişim kurmak üzere kullanabileceği günlük kelime limitini daha sabahtan aşmamak için; ne kadının sabah rutinini neden bozmuş olduğu üzerine, ne de bavulun kime ait olduğu konusunda soru sormamayı seçti. Fakat kısaca sözcüklere dökmek suretiyle dışa vurmayı seçmediği şeyler; Mustafa Efendi gibi, hayvanlardan nefret eden işe yaramaz bir adam için bu obsesif kadının neden iki haftadır yas tuttuğunu anlamaya çalışmaktan ibaretti.
Faika Tepegöz ise kocasının da kendisinin de hiçbir zaman sevmediği bu sosyopat adama olan duygularının karşılıksız olmadığına emindi. Küçücük gözlüklerinin ardındaki gözlerinden fışkıran nefreti sezebiliyor ve kalbindeki şeytani duyguları hissedebiliyordu. Erman Bey üzerine biraz daha düşündüğünde o nefret dolu bakışların en hissedilir olduğu zamanı hatırladı. Birkaç hafta önce, kocasının saatlerce uğraşarak düzenlediği bahçeyi dakikalar içinde talan eden bir kediyi tekmelediğini görmüştü. Fakat bunu gören tek kişi Faika değildi ne yazık ki. Yaşlı adam cüssesinden beklenmeyecek bir güçle Mustafa’sını yakasından tutarak havaya kaldırmış ve suratına tükürmüştü. “Bir daha herhangi bir hayvana, bir kertenkeleye bile dokunduğunu görürsem seni şu bahçede öldürürüm.” diye bir çırpıda kurmuştu kendi standartlarına göre fazlasıyla uzun bir cümleyi. Ve eklemişti: “Herkesin gözü önünde.” İşte o an kocasının cinayetini aydınlatma yolunda ona yardımı dokunacak şüpheliler listesinin ilk sırasına yazacak ismi bulmuştu Faika: Emekli Veteriner Erman Yamaner. Ya da, listeye yazıldığı şekliyle “Daire 9: Erman Bey”.
~ . ~ . ~ . ~
20 Nisan gecesi Faika Tepegöz, iki koca gündür temizlemediği apartmandan gelen - ve aslında kendisinden başka hiçbir apartman sakininin fark etmediği mikro-pislik kokusunun verdiği rahatsızlıkla yine uyuyamadı. Kocasının cinayetini aydınlatma isteği her şeyin önüne geçmişti geçmesine de, bir dedektifin bu şartlarda çalışması söz konusu bile olamazdı. Saatler sıfır-üç-sıfır-sıfırı gösterirken sıvamıştı kolları. Genellikle sabahları gerçekleştirdiği ritüelinde saat dilimi dışında bir değişiklik yapmaya niyeti yoktu. Yine on ikinci kattan başlayıp aşağıya doğru inerek, yine arapsabununun en etkilisini en verimli şekilde kullanarak, yine her basamağı soldan sağa ikişer kez fırçalayarak, yine 21 numaranın kapısına koyduğu çöpleri fark ettiğinde küfrü basarak… Ve saatin kaçı gösterdiğini hiç kafasına takmadan, yine “Acem Kızı” türküsünü o berbat sesiyle avaz avaz söyleyerek…
~ . ~ . ~ . ~
“Allah belanı versin!”. Emekli Öğretmen Nermin Germen, saat sıfır-üç-sıfır-yedide öfkeyle kapısını açtığında ağzından çıkan cümle buydu basitçe. Fakat yazıya dökmek gerekirse, daha çok “Yellayhbeleeneverseaaaaeyn!” gibi bir harfler karmaşasını andırıyordu. Evde olduğu sürece üzerinden çıkarmadığı allı-güllü sabahlık ve yetmişli yaşlarına rağmen sapsarı boyanmış dağınık saçlarıyla yeterince korkunç olması yetmiyormuş gibi bir de durmaksızın çığlık atardı Nermin Hanım. Tepegöz çifti tarafından kısaca “yelabela” olarak adlandırılan bu kriz anlarında kesinlikle susmak; illa konuşmak gerekiyorsa da “Haklısınız Nermin Hanım” demek gerekiyordu.
Huysuz ve yaşlı kadını gecenin bir yarısı türkü çığırmak suretiyle mağarasından çıkaran Faika, hatasının farkına vardığında, her şey için çok geçti. Türkü sesine uyanmayan alt ve üst kat sakinleri, Nermin Hanım’ın bağırışları üzerine bir bir kapılarında pijamalarla, geceliklerle, sabahlıklarla ve robdöşambrlarla belirmeye başladılar. Faika ise içinde bulunduğu psikolojinin artırdığı çirkeflik katsayısıyla, imkânsızı başarmaya, Nermin Hanım’ı haksız çıkarmaya odaklanmıştı. Kimi Faika’ya, kimi Nermin Hanım’a söven, bazıları ise her ikisini birden suçlayan bu insanların ortak amacı ise yalnızca uykularına kaldıkları yerden devam edebilmekti.
Faika, birkaç dakikadır içinde bulunduğu ve henüz hiçbir kazananın olmadığı bu kavganın ve yarattığı sabahın-körü-curcunasının içinde Nermin Hanım’ın her zaman tiksindiği gözlerine baktı ve bir anda nedenini çok iyi bildiği bir öfke uyandı içinde. Sanki dakikalardır bu kadınla karşılıklı çığlık atan kendisi değilmiş gibi, bir anda söyleyiverdi sihirli sözcükleri: “Haklısınız Nermin Hanım”.
Her şey bittiğinde kopan alkışın ya da birer birer kapanan kapılarınsa farkına bile varmadı Faika. Çünkü artık hayatının amacı haline gelen listesini ve kurşun kalemini upuzun eteğinin içine diktiği kesesinden çıkarmış ve listenin dördüncü sırasına şu ismi eklemişti: Emekli Öğretmen Nermin Germen. Ya da, tam olarak listeye yazıldığı şekliyle “Daire 23: Nermin Hanım”.
Her şey bittiğinde kopan alkışın ya da birer birer kapanan kapılarınsa farkına bile varmadı Faika. Çünkü artık hayatının amacı haline gelen listesini ve kurşun kalemini upuzun eteğinin içine diktiği kesesinden çıkarmış ve listenin dördüncü sırasına şu ismi eklemişti: Emekli Öğretmen Nermin Germen. Ya da, tam olarak listeye yazıldığı şekliyle “Daire 23: Nermin Hanım”.
~ . ~ . ~ . ~
“Rahmetli de ne yakışıklı adamdı.” deyip, en yapmacık gözyaşlarını bir bir dökerek kapıcı dairesinin yer yer aşınmış halısına; ağlamaya başladı geç gelen taziye ziyaretçisi. Günlerden 23 Nisan, saatlerden gece yarısı. Fakat bu neşe dolunması gereken günde Faika Tepegöz’ün içi hiç de şen değildi ne yazık ki. Şu ömrü hayatında geriye dönüp baktığında ona yitip giden kocasını hatırlatacak tek bir evladı olmamışken; televizyonda altmış dört vatanın çocukları vardı. Ve bu yetmezmiş gibi, merhumun kaçıncı dereceden olduğunu kestiremediği bir yakını, bu geç saatte ütülüyordu kafasını.
Günlerdir uyuyamayan zavallı kadın, “Aaaa, yeter ayol!” diye gürlememek için zor duruyordu. Ve tam o anda, kapıcı dairesinin küçük penceresinin demirleri arasından sızmayı başaran bir çakıl taşı, istenmeyen misafirin kafasına isabet etti. Kafasındaki küçük yaraya ilk müdahale Yolpalas Apartmanı’nın kapıcı dairesinde yapılan adsız kadın, bir daha girmeyeceği binanın kapısından çıktıktan hemen sonra, aynı yerde Faika gözüktü. Daha öncesinde de yüzlerce kez kırılan camın, neden pencerelerinde değil de bin bir parça halinde halılarının üzerinde durduğunu çok iyi biliyordu çünkü.
~ . ~ . ~ . ~
Emekli Albay Tonguç Kutlubay, altmış sekiz yaşında ve alkolikti. Ordudan emekli olduktan sonra kendini boşlukta hissetmiş; bu boşluğu rakı, viski ve kırmızı şarapla doldurmuştu. Karısının ölüm yıldönümü, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 10 Kasım’lar dışında her gece içerdi Albay. Ve çocuklara armağan edildiğinden beri kendisini pek ilgilendirmediğini düşündüğü bu bayram gecesinde de, düz bir çizgi üzerinde yürüyemeyerek dönmüştü evine.
İçtiği hemen hemen her gece, apartmanın bahçesine girer girmez şaşırırdı yönünü. Bu yanlış rotanın bir kısmı kapıcı dairesinin önündeki saksı bitkilerinin de üzerinden geçtiğinden; saksıları sabit tutmaya yarayan çakıl taşları sıklıkla Albay’ın tekmelerine maruz kalırdı. Alnında o gece uçmak yazan taş parçalarının bazıları da, Tepegöz Ailesi’nin ikametgâhında geçici bir iz bırakmak üzere havalanırdı. Bu gece de Albay’ın eğik düzlemdeki adımları, apartmanın önünde bir süredir duruyor olmasına hâlâ alışamadığı bir bavula takılmıştı. Dengesini kaybeden yaşlı adamın toparlanmasının tek yolu ise yine bir şangırtıyla dillenecek olan çakıl taşlarını harekete geçiren tekmeyi kenardaki saksılara savurmaktı.
Faika, uzun yıllar kocasının yaptığı bir başka görevi daha devralmıştı arkasından. Apartman girişi, asansör ve daire kapısı olarak üç bölümden oluşan zorlu bir macerada sarhoş Albay’a yardım etme görevi, yaşlı adamın evine sağ salim ulaşabilmesi için onun omuzlarındaydı artık.
Nefesi yaş üzüm rakısı kokan yaşlı adamın koluna girmişken, yine kocası geldi gözlerinin önüne. O ankine benzer bir geceyarısıydı. Koca adamı taşımaktan yorulmuş ve terlemiş olan Mustafa eve girdiğinde aynı koku duyulmuştu. Yorgun gözleriyle bakmıştı karısına: “Bu ayyaş bir gün beni öldürecek!”
Bir anda Albay’a olan tüm sempatisini yitiren Faika, zavallı adamı asansörün içinde öylece bırakıp kapanmıştı dairesine. Masanın üzerinde duran ve artık bir hayli uzamış olan listeye bir isim daha bahşetmenin vakti gelmişti ona göre. Çıkardı ucu körelmeye başlamış kurşun kalemini ve Emekli Albay Tonguç Kutlubay’ın ismini ekledi. Ya da yazdığı şekliyle “Daire 14: Albay Bey”.
~ . ~ . ~ . ~
Mayıs ayı tüm güneşi ve rengârengiyle gelip çatmış, hatta yolu yarılamıştı. Faika’nın içiyse hala kapkaraydı. Başarılı bir soruşturma yürüttüğünü düşünse de bir sonuç alamıyor; bu da apartman sakinlerinin gözünde onu kocasını seven zeki bir kadın değil, bir deli yapıyordu. Bir aydan uzun süredir tuttuğu şüpheliler listesinde, yirmi dört daireli Yolpalas Apartmanı’nın tam otuz beş sakininin “sakin olmadıkları” şüphesiyle adı geçiyordu.
Haftalar boyunca apartmanda yaşayan herkesin hayatına fazlasıyla burnunu sokmuştu Faika Tepegöz. Listesi kabardıkça gündelik işlerini aksatmış, gündelik işleri aksadıkça geceleri uykusu kaçar olmuştu.
Otuz beş kişinin çoğu kadın, azı erkek, bazısı yaşlı, hatta birkaçı çocuktu. (Evet, Faika Tepegöz üçüncü sınıfa giden küçük Tayfun’un yoldan geçen bir köpeğe sapanıyla taş attığını gördüğü anda geçmişi anımsamış ve kocasının geçirdiği beyin kanamasına kesinlikle o sapanın yol açtığına ikna etmişti kendini.) Kocasının infazının apartman toplantısında alınan bir kararla çıkmış olabileceğini ve şüphelilerin hepsinin suçlu olabileceğini de düşünmemiş değildi hani.
Kanıt aradığı üç hafta boyunca, bir hayli karıştırmıştı ortalığı. Sorguladığı dairelerin tüm kirli çamaşırları bir bir dökülmüştü ortaya. 10 numaranın hanımı kocasına boşanma davası açmış, 8 numaranın kızının hamile olduğu açığa çıkmış, 3 numaranın dedesi kalp krizi geçirmişti. 11 numaranın oğlu da 22 numaranın kızına hastaydı da, henüz kocasının ölümü ile bu konu arasında bir bağlantı saptayamamıştı. Bilmediği tek şey ise, akıl sağlığının hiç de iyi yönde ilerlemediğiydi.
~ . ~ . ~ . ~
Faika Tepegöz ilk ağlama krizine tutulduğunda, listesi yine yanındaydı. Birkaç histerik ses ve çığlıktan sonra apartman bahçesinin kapısını çarparak çıktı sokağa. Bir bir lanet okudu Yolpalas Apartmanı’nda yaşayan herkese. O listede adı yazıyor olsun olmasın herkes bir olup öldürmüştü kocasını. Emindi buna. Aradığıysa yalnızca bir kanıttı, küçücük bir kanıt.
Eteklerini sıyırmış ve çömelmişti sokağın kenarına. İnce ince ağlıyordu. Birkaç saniye önce avazı çıktığı kadar bağıran kadından eser yoktu. O an yolun karşısında gördüğü kıpırtı şaşırttı onu, baktı ve gördü bembeyaz giyinmiş olan Yaşlı Adam’ı. Nereden çıktığını anlamamıştı. Sokakta yalnız olduğunu düşünmüştü oysaki. “Kızım” dedi adam, “ağlama, neden ağlıyorsun?”. O kadar sevgi dolu bir ses tonuydu ki, sinir krizine devam etmek yerine anlatıverdi bir anda her şeyi. Kocasını, onu ne kadar sevdiğini, Yolpalas Apartmanı sakinlerini ve listesini…
“Kızım” dedi yine yaşlı adam. Sinir bozucu bir şekilde tüm cümlelerine bu şekilde başlıyordu, “gel bakalım.” Yolpalas Market’in hemen dışındaki taburelere oturmuşlardı. Listesi taburelerin arasındaki masanın üzerinde duruyordu. Yaşlı Adam bir kalem aldı eline ve farklı bir sırayla yeniden düzenledi listeyi. Faika’nın Listesi tam yirmi üç ayrı daireden insanların isimlerini içermekteydi. “Kızım” dedi Yaşlı Adam yine, “bak. Hangisi eksikse, git oraya bak.”
~ . ~ . ~ . ~
Tam bir buçuk ay önce, Mart’ın otuzlu günlerinde; Tepegöz Ailesi’nin camı sabaha karşı dörtte kırılmıştı. Gecenin bu vakti homurdanarak apartmanın kapısından giren, Albay’dan başkası olamazdı. Mustafa uyandı, pijamalarını çıkardı. Faika paramparça olan pencere camını görüp, küfrü bastı.
Döndüğünde bitkindi Mustafa. Yorgun gözlerle “Bu ayyaş bir gün beni öldürecek!” diye dert yandı karısına. Sonra da üzerindeki anason kokusunu atmak için doğruca banyoya yollandı.
Faika ise, istemsiz bir şekilde erken başlayan gününü değerlendirmeye kararlıydı. Günlerdir ertelediği işlerden birini yapmak yönünde verdi kararını: Üç gün önce bir evden-eve-nakliyat şirketi tarafından hızlıca boşaltılan 24 numaranın ardında bıraktıklarını toplayacak ve ilk boşaldığı andan itibaren etrafa sadece onun tarafından duyulabilecek kötü kokular saçan bu mekanı baştan aşağı temizleyecekti.
Her gün apartmanı temizlerkenki ritüelini aynen uygulayacaktı burada da. Ve bu ritüelin detaylarına “Acem Kızı” türküsü de dâhildi. Sabahın kör karanlığında türkü çığıran bir kadın sesiyle uyanan Nermin Hanım; o güne dek görülmemiş bir öfkeyle çalmıştı karşısındaki boş dairenin kapısını. Faika ise bir an bile düşünmeden, kapıyı açar açmaz yapıştırmıştı cevabı: “Haklısınız Nermin Hanım”.
Sinirinin yatışması için bir süreliğine balkona çıkmıştı. O sırada yeni doğan güneşin ışığında bahçesiyle uğraşan kocası, on ikinci kattan bile oldukça yakışıklı gözükmüştü gözüne. Birkaç derin nefes aldı, türküsünü bu kez sadece mırıldanarak temizliğe odaklandı.
Evden yeniden-kullanılabilir iki koli eşya ve boş bir bavul dışında hiçbir şey çıkmamıştı. Kocasına yardım için seslenmek üzere yine balkona çıktığında saat tam sıfır-altı-sıfır-sıfırdı. Apartmanın bahçesine giren onlarca kedinin miyavlaması göklerde bile yankılanmaktaydı.
Evden yeniden-kullanılabilir iki koli eşya ve boş bir bavul dışında hiçbir şey çıkmamıştı. Kocasına yardım için seslenmek üzere yine balkona çıktığında saat tam sıfır-altı-sıfır-sıfırdı. Apartmanın bahçesine giren onlarca kedinin miyavlaması göklerde bile yankılanmaktaydı.
Fakat aşağıda bir terslik vardı. Kocasının saatlerce uğraşarak düzenlediği bahçeyi dakikalar içinde talan eden bir kediyi tekmelediğini görmüştü. Ve ne yazık ki Erman Bey, her sabah olduğu gibi o sabah da aynı saatte dışarı çıkmış ve aynı olaylara tanık olmuştu. Paniğe kapılan Faika hemen diafona koşmuştu. Seslerden anlaşılanlar tam olarak şuydu: Cüssesinden beklenmeyecek bir güçle Mustafa’yı yakasından tutarak havaya kaldıran Erman Bey, bununla yetinmemiş, bir de adamcağızın suratına tükürmüştü. “Bir daha herhangi bir hayvana, bir kertenkeleye bile dokunduğunu görürsem seni şu bahçede öldürürüm.” diye bir çırpıda kurmuştu kendi standartlarına göre fazlasıyla uzun bir cümleyi. Ve eklemişti: “Herkesin gözü önünde.”
O anda apar topar balkona fırlamıştı yine Faika. Bulduğu ilk şey olan boş bavulu almış, Yolpalas Apartmanı’nın on ikinci katından aşağıya fırlatmıştı. Hedefi Erman Bey veya kedileriydi. Ya da hepsi birden… Oysa sinirlenince tansiyonu fazlasıyla çıkan Erman Bey bir süreliğine evine dönmüş, metrelerce yükseklikten aşağıya düştükçe acımasızlığı artan bavulsa tam olarak Mustafa Tepegöz’ün bulunduğu noktayı seçmişti. Zavallı adamın kafasına isabet eden boş bavul, henüz sabunlanmış yerlerde kayarak apartmanın kenarındaki bankın altına kadar kendiliğinden gitmiş ve durmuştu.
Evet, Yolpalas Apartmanı’nın kapıcısı Mustafa Tepegöz’ün bir Mart sabahı beyin kanaması geçirerek hayata veda etmesi, bir cinayetti.
~ . ~ . ~ . ~
Faika Tepegöz, o ilk ağlama krizini geçirdiği ve ilahi bir şahıs tarafından sakinleştirildiği o Mayıs gününde, Yaşlı Adam’ın gösterdiği listeye bakakalmıştı. 24 Numara, listede yer almayan tek numaraydı.
Her şeyi bir bir hatırladı.
Ve atladı.
Rahatladı.
Emre Eminoğlu
(*) 2009, Yunus Aran Öykü Yarışması Birincilik Ödülü.